Sunday, October 11, 2009

Anne ben Nikesist oldum

Taraf 10.10.2009
Kişisellik nasıl haberleştirilir, haber nasıl kişiselleştirilir. Çakma Nike, çakma eylem, çakma gazetecilik...

Birinci tekil şahıs kullanarak haber yapmak...
Başıma ne geldiyse annemin sözünü dinlemediğim için geldi. Başıma gelenlerin en acımasız olanı onun tahta topuklu siyah terliğidir.

Biz yeni kuşak, pabuç fırlatmakta anneler kadar mahir değiliz. Anneler o terlikleri senelerce nasıl isabet ettirdiler. Güdümlü füze gibiydi, koridoru döner ensene yapışırdı.
Haftalardır imzalı haber çıkarmıyordum. Annemi, kendimi ve ülkemi düşündüm (Elveda Lenin). Ben de bir editörüm, ben de açıköğretim öğrencisiyim, ben de 20’li yaşlardayım, benim BirGün editöründen neyim eksikti ki?

Çakma Nike: Anti kapitalizm sembolü

Bir odaya kapandım. Selçuk Özbek’in videolarını seyrettim. Bir hafta terasta atış talimi yaptım. Annemin tekniğiyle BirGün editörünün tekniğini birleştirdim. Bütün konsantrasyonu topladım ve ayakkabı fırlatarak haber yapabileceğime kanaat getirdim.

Geçmişe bir çizgi çekmek lazımdı: s(Nike... Ait olduğum bütün gruplarla vedalaşmam lazımdı. Yeşiller Partisi eş sözcüsü Bilge Contepe’yi aradım. İstifa etmek istediğimi söyledim.
Bilge Hanım; Çiçekle böcekle parti mi olur, sizin dünyayı değiştireceğiniz falan yok, alacan ayakkabıyı çatırt diye dayıyacan IMF başkanının alnına, eylem budur!

Bilge hanım beni dinledi. Sonra soyu tükenmekte olan kutup ayılarını anlattı. Sonra soyu tükenmekte olan kutup ayılarını anlattı. Sonra yine... Sonra yine...

Göz kapaklarım ağırlaştı. Kendimi çölde hissettim. Aklıma bahtsız bedevi geldi.
Laf aylardır ödemediğim aidatlara gelince konuşmayı bitirmek gereken ânı keşfettim ve telefonu kapattım. Sonra Genç Siviller’den Turgay Oğur’u aradım.

Alo, Turgay? Herhangi bir şeyin başkanına Converse fırlattığını gördük mü? Yemeyin beni kardeşim. Sorosçusunuz siz.

Turgay ‘Converse bizim hiçbir eylemimize katılmadı. Fena halde ulusalcı olduklarından şüpheleniyorum’ gibi çarpıcı bir iddiayla beni durdurdu. ‘Converse Milliyetçiliği’ gibisinden bir kavram ortaya attı. Liberalize edilerek, yumuşatılmaya çalışıldığımı hissettim. Turgay’ın peşpeşe salladığı ikna darbelerinden nevrim dönünce konuşmayı bitirmek gereken ânı keşfettim ve telefonu kapattım.
Aksaray’a gidip çakma Nike satan dükkanları dolaştım. Nike satışlarında bir artış olmamış. Zaten bu halk bizi anlamıyor.

Aksaray’da ‘Settar’ diye çakma Nike satan bir adam var. Burada aradığım ‘çakma suç aletine’ rastladım. Settar, ‘25 lira ama sana 20 olur’ dedi. 20 olmaz dedim. Bu ayakkabı çakma Nike. Anti kapitalizm sembolü. Meta haline getiremezsin. Pazarlık konusu yapamazsın. 25 lirayı çıkarıp masasına bıraktım. Üçün beşin hesabını yaparak eylemimi kirletmek istemedim. Settar, sosyal içerikli bir film karesi gibi yüzüme baktı. Çav bella, diyerek yanından uzaklaştım.

Lenin, Castro, Maradona ve Özbek

“Ben gazeteciyim. Bir maniniz yoksa salonunuza gireceğim, ayakkabı fırlatmak istiyorum” diyemezdim. Her şeyi illegal yollardan yapmam lazımdı. Bilgi Üniversitesi öğrencisi olan Alaz Kuseyri adlı arkadaşımı ayarladım. Alaz’a eylem planını anlattım. Sükûnetle dinledi. Sonra Alaz’ın dudaklarından iki kelime döküldü: Yusuf, Yusuf... Bir devrimcinin insanları ikna etmek için kullanması gereken en can alıcı cümleyi söyledim: Her şeyi biliyorsun, artık sen de bu işin içindesin. Bir ara güvenlikle göz göze gelince ‘ulan acaba’mı diye içinden geçiriyorsun. İtalyan işçi sınıfı marşını mırıldandık, birbirimize cesaret verdik, içeri girdik.

Bilgi Üniversitesi acayip bir yer. Erotik içerikli 900’lü hatlardan kazanılan paralarla kurulmuş. Girişte döşemelerin bolşevik kızılına boyalı olduğunu fark ediyorsun. Salona çıkan kırmızı parke kaplı koridorlarında yürürken hezeyanlı bir politizme gark oluyorsun. Gözümün önünden Lenin, Bolivar, Castro ve Maradona’nın geçtiğini gördüm. Bir kapıda Stalin, bir kapıda Troçki duruyordu (lan, yine mi İstanbul’dasın). İki çift ayakkabı ve tarihsel bilinç taşıyarak salona varmıştık.

Baklava desenli çorap ve eylem

Ayakkabı fırlatmak istiyorsan bilmen gereken şeyler var. Belini 15 derece sola çevirerek ve çeyrek daire çizerek fırlatman gerekiyor. Dizleri bükmeyeceksin. Derin nefes alarak. Biiir, iki...
Açıkçası BirGün editörünün bu kadar yakın mesafeden o ayakkabıyı isabet ettirememesini anlayamadım. Benim tezim, ayakkabıyı sıkı tutamadı ve elinden kaydığı için istediği atışı yapamadı. Nitekim ilk denememde belirlediğim noktanın da uzağına salladım ayakkabıyı. Arkadaki panoya çarptı.

Çoraplara dikkat etmek lazım. Ben baklava desenli çorapla bayağı zorlandım. Bir kere o çorabı kimsenin görmemesi için ortamdan uzaklaşmak istiyorsun. Ayrıca diğer tekini fırlatmayınca koşmak da zor oluyor.

BirGün editörünün oturduğu koltukla sahne arasında 12 metre uzaklık var. Ayakkabı IMF Başkanı’nın bulunduğu noktaya 1.5 saniyede ulaşıyor. (Hepsini araştırdım). İdeal bir ayakkabı fırlatma eyleminin hızını “Hız eşittir yol bölü zaman” formülüne göre hesapladığımızda ayakkabının hızını 28.8 km/sa olarak tesbit ediyoruz.

Her yönüyle incelediğim bu eylemde, bir ayakkabı fırlatma eylemcisinin psikolojisine ilişkin söylemem gereken şeyler var: İllegalite iştah açıcıdır, böyle bir sofra dururken gazetecilik yapmaya gerek yoktur. Öte yandan...

Biliyorum IMF cici bir şey değil. Dünya, Lidya’nın ahına teslim olmasaydı keşke. Fikir de güzeldi, amenna. Ne var ki, çoğunluğu sarmadı bu eylem. Köşe yazarları üstünü çizdi. Sokak çoktan unuttu gitti. Daha ‘bizden’ eylemler bekleyenler oldu. Ne diyordu Ecevit’e yazar kasa fırlatan protestocu esnaf: “Sayın başbakanım! Al! Ben bir esnafım, ben bir esnafım!” Ayakkabı protestocusu da böyle ‘bizden’ bir eylem yapsaydı. Donunu çıkarıp fırlatsaydı. Donumuza kadar soydunuz bizi deseydi. Daha yerel bir şeyler kullansaydı. Sümerbank ayakkabı, Olivetti kasa, Anayasa kitapçığı...
Fikir iyi gibiydi, ama sonuçta görünüyor ki, bu ayakkabı eylemi pek de isabetli olmadı.
Eylemi bitirmek gereken ânı keşfettim ve haberi kapattım.

Not: Turgay Oğur’a ve Bilge Contepe’ye engin hoşgörüleri için teşekkür ederim.

No comments: