AKP’ye Muhalefet (2)
26 Ocak 2010, Yeşil Gazete
Ümit Şahin
AKP hükümetine muhalefet meselesinin neden başlı başına bir konu olduğunu son bir haftadır yaşanan olaylar biraz daha netleştirdi. Öyle ya, AKP Türkiye’nin gördüğü ilk sağcı hükümet değil. Yanlış politikalar yürüten, demokratik olmayan uygulamalara yönelen, halkın değil belli çevrelerin çıkarlarını kollayan ilk hükümet de değil. Öyleyse AKP’ye muhalefeti, benzer politikalar uygulayan önceki hükümetlere karşı yürütülen muhalefetten farklı kılan, daha doğrusu bunu bir tartışma konusu haline getiren bir şey, gerçekten var mı?
Evet,var.
İki nedenle:
1. AKP Türkiye’nin yakın tarihinde iktidarı boyunca sürekli askeri darbe tehdidi altında yaşamış tek hükümet. (Refah Partisi hariç. Ama zaten hem o tehdidin gerçeğe dönüşmesi kısa sürmüştü, hem de AKP, Refah çizgisinin bir varyasyonu olduğu için bu büyük bir istisna sayılmaz).
2. AKP’ye karşı 2002’den bu yana yürütülen sistematik (ve baştan aşağı yanlışlarla dolu) muhalefet bambaşka temellere oturuyor.
AKP, 2002 yılı sonlarında tek başına iktidar oldu. Son üç yıldır birbiri ardınca ortaya çıkan belgeler bir yapbozun parçalarını bir araya getirircesine ortaya koydu ki, askerler AKP’nin 7 yıllık iktidarı boyunca sadece sözlü müdahalelerde bulunup hükümete kısıtlı düzeylerde ayar yapmakla kalmamış, ‘kesin çözüm’ için sürekli yeni planlar hazırlamışlar. AKP’ye yönelik ilk darbe planının tarihi hükümetin kurulmasından hemen sonraya, yani 2002’nin Aralık ayına denk geliyor, üstelik 28 Şubat müdahalesini yapan aynı kurmaylar tarafından planlanıyor. Bu da Refah-AKP çizgisine karşı yıllarca süren bir ‘sürekli darbe’ stratejisinin varlığını ortaya koyuyor.
Neyse ki, şartlar, toplumun hazır hale getirilememesi,ordu içindeki fikir ayrılıkları ve muhtemelen ABD’nin planları onaylamaması sayesinde yeni bir 12 Eylül ihtimali sadece kağıt üzerinde kalmış. Bu dönemde darbe olmaması nedeniyle (ve belki de şartları olgunlaştırmak için) yapılan Danıştay saldırısı, Hrant Dink suikastı gibi olaylar topyekun bir darbenin yerini almış.
İşte bu durum AKP iktidarının özel durumuna (uzun yıllar sonra kurulan -ve üstelik İslamcı siyasetten gelen- ilk tek partili hükümet olması) bir özellik daha katıyor: AKP iktidarı kendini korumak için çok partili seçimlere dayanan rejime sahip çıktığını sürekli vurgulamak, bunun için harekete geçmek (Ergenekon soruşturması gibi) ve böylece demokrasinin temel şartlarını savunmak durumunda kalıyor. İlk yazımda da vurguladığım gibi böyle bir düşünsel temeli ve önceliği olmadığı, bunu diğer uygulamalarında ve Başbakan’ın muhaliflerine karşı üslubuyla da defalarca kanıtladığı halde…
Toplumdaki demokrat insanlar, yani darbelere ve her türlü askeri müdahaleye karşı olan, demokrasinin kurumsallaşmasını isteyen, temel hak ve özgürlükleri savunan kesimler de (sadece aydınları değil, toplumun geniş kesimlerini kastediyorum) AKP’nin bu hassasiyetine destek oluyor.
Bu da bizi yukarıdaki ikinci başlığa taşıyor: Geçen 7 yıl boyunca AKP’ye en sert muhalefetin öncülüğünü yürüten ve bu yolda temel demokratik hassasiyetleri bile önemsemeyen parti ve kesimler kimlerdi? Ve bu kesimler yürüttükleri bu muhalefeti hangi temellere dayandırmışlardı? Ve de belki en önemlisi, başarılı oldular mı?
Bu soruların yanıtlarını herkes biliyor. Büyük ölçüde CHP’nin ve ulusalcıların temsil ettiği bu ‘öncü muhalefet’ bütün ağırlık noktasını AKP’nin İslamcı kökenlerine dayandırmış, AKP’yi gayrı milli, irtica odağı ve cumhuriyet rejimine karşı olmakla suçlamışlardı. Bu görüşlerini rejimin bir numaralı koruyucusu Anayasa Mahkemesi de tescil etmişti.
Peki bu görüşler, doğru olsun ya da olmasın, işe yaramış mıdır? Askeri müdahale tehdidi ve böylesine topyekun (görünen) bir muhalefetin baskısı altındaki AKP hükümeti, iktidardayken girdiği ilk seçimleri kaybetmiş ya da oy kaybına mı uğramıştır? Elbette hayır. Herkesin bildiği gibi AKP tam tersine genel seçimlerde oylarını %47’ye çıkardı ve ilk yerel seçimlerde de oy kaybına uğramakla birlikte çoğunluğunu korudu.
AKP, kendisine yönelik bu akılsız, yanlış varsayımlarda ısrar eden ve üstelik demokrasiden de nasibini almamış muhalefet bloğu sayesinde bugün de dümenini döndürmeyi sürdürüyor. Yani AKP’ye karşı muhalefetin önündeki en büyük engel, işte bu ‘büyük’ muhalefetin ta kendisi. Sürekli AKP destekçiliğiyle suçlanan (ya da gerçekten destekleyen) farklı kesimler değil…
Çünkü bu talihsiz hegemonya, AKP’ye karşı tabanda, sokakta, sivil toplumda ve başka siyasi hareketlerin çevresinde yürütülen, gerçek anlamda politik içeriğe sahip muhalefetleri yıllarca görünmez kıldı. Üstelik aynı hegemonya bir kara delik gibi farklı siyasetleri kendi yörüngesine soktu ve etkisizleştirdi.
Normal şartlarda AKP’den çok da farklı politikaları savunmayan, en az AKP kadar özelleştirmeci, en az AKP kadar işçi düşmanı, en az AKP kadar milliyetçi, en az AKP kadar kalkınmacı, eline fırsat geçtiğinde doğanın ve gezegenin çanına en az AKP kadar ot tıkamaya hevesli bu ‘öncü muhalif’ kesimler, biz daha iyisini yaparız demek dışında bir şey diyemedikleri bu politikalara karşı hem utangaç hem de sahtekar bir muhalefet biçimiyle ön plana çıkamayacakları için, yaşam biçimi temelli bir rejim tartışmasıyla ayakta kalmaya çalıştılar geçen yedi yıl boyunca.
Bugün AKP’ye karşı gerçek bir muhalefeti yükseltmenin yolu, gündelik hesaplarla güya AKP’nin yakınına düşmemeye çalışıp darbe meraklısı askerlerin ve laik statükocuların hayatını kolaylaştırmak değil, muhalefeti gerçek anlamda ayakları üzerine oturtmak.
Bunun için de öncelikle darbeciliğe karşı alınan yolu önemsemek, aman AKP’ye yaramasın diye susup beklemek yerine ordunun kangrenleşmiş darbeci yapısını, antidemokratik muhalefet alışkanlıklarını ve gizli planlarla ülkeyi karıştırıp iktidarı ele geçirmeye çalışma anlayışını külliyen reddetmek, her gün bir yenisi ortaya çıkan gizli planları ‘kime yarıyor’, ‘neden şimdi’, ‘kim sızdırdı’, ‘nasıl yansıtıldı’ gibi yandan dolanan eleştirilerle küçümsemeden önemsemek ve bu temizlik sürecinin sonuna kadar gitmesini, bütün darbecilerin ve kontrgerilla odaklarının yargılanmasını savunmak olmalı.
Ancak darbecilerle, askerlerle ve milliyetçi-militarist-statükocu muhalefetle aramıza net bir çizgi çektikten sonra, onların söylemeye cesaret edemediği gerçek muhalif sözlerimiz işitilebilir ve toplumda etki yaratabilir. Zaten etik olan da, politik olan da, demokrasinin gereği de bu…
Tam da 2000’li yıllar boyunca muhalefet üzerinde hegemonya kuran bu ulusalcı kanadın dağılmaya başladığının ilk işaretlerini aldığımız bugünlerde, AKP’ye karşı yapılması gereken gerçek muhalefetin fitilini bir yanda TEKEL işçileri, bir yanda da doğalarını korumak için mücadele eden Karadenizliler ateşlemiş bulunuyorlar.