Monday, August 06, 2007

Zehirli atıkları yakmak çözüm değil

Türkiye Stockholm Konvansiyonu'nu imzaladı ama yürürlüğe sokmadı. Oysa Avrupa'daki atık yakma tesisleri, bu sözleşmenin etkisiyle kapatılıyor

RADIKAL 06/08/2007

ÜMİT ŞAHİN

Her seferinde söylemekten dilimizde tüy bitti, yazmaktan yorulduk, ama ne yazık ki hâlâ atık yakmanın zehirli kimyasalların bertarafında uygun bir yol olduğu düşüncesi yaygınlığını koruyor. Oysa zehirli kimyasalların yakılması, bu maddelerin çevreye yayılmasını engellemez, sadece form ve hacim değiştirmesine neden olur. Zehirli atıkların yakıldığı tesislerin bacalarından çıkan son derece zehirli kimyasallar havaya ve bu yolla yine toprağa ve sulara yayılır, üstelik çok uzak mesafelere taşınarak bütün yeryüzünü kirletir.
Yakma ürünü olan en tehlikeli maddeler arasında dioksinler ve furanlar gibi birinci derecede kanser yapıcı zehirler de vardır. Kalıcı organik kirleticiler denen bu maddeler canlıların vücudunda birikerek besinler yoluyla, özellikle de hayvansal ürünlerin tüketilmesiyle insanlara da bulaşırlar. Kanser hastalığının bu kadar yaygınlaşmasında diğer kimyasal zehirler ve radyoaktif kirliliğin yanı sıra, başta dioksin olmak üzere kalıcı organik kirleticilerin yeryüzünü kirletmesinin de büyük rolü var. Üstelik bu maddeler pek çok canlı türünün soyunun tükenmesine neden oluyor.
İzinsiz gömülen zehirli atık varillerinin kamuoyunun gündemine gelmesine neden olan geçen yılki Tuzla olayı gibi, şu anda takibi süren Çerkezköy olayı da, zehirli atıkların kontrolsüz şekilde çevreye bırakıldığının kanıtları olarak basında önemli yer buluyor. Bir bütün olarak olayın yansıtılış biçimi ve üzerine gitme kararlılığı sevinç verici. Ancak her seferinde meselenin nasıl olup da İZAYDAŞ'ın yetersizliğine bağlandığını, bu yolla da neden yeni atık yakma tesislerinin gerekliliğinin savunulduğunu anlamak zor.
Hem yetkililerin, hem de konuyla ilgilenen pek çok insanın, zehirli atık sorununa "gözümüz görmesin, başımıza iş açmasın, yakalım kurtulalım" diye baktığını, atık yakmanın bu kadar savunulmasının bunun dışında bir nedeni olmadığını düşünüyorum. Öte yandan elbette atık yakma endüstrisinin yönlendirmelerinin de bu düşüncenin yaratılmasında rolü var ve
çevre kirliliğinden kaygı duyan çoğunluk, iyi niyetle de olsa çok yanlış bir önlemin savunuculuğunu yapma durumunda kalıyor.
Oysa zehirli atıkların gerçekten doğaya ve insan sağlığına zarar vermemesini sağlamanın yolları var. Öncelikle temiz üretim teknikleri denen sıfır atık teknolojilerini kullanmak, hatta bu teknolojilerin kullanılamadığı yerlerde ileri derecede zehir açığa çıkaran üretim süreçlerini (eğer yaşamsal öneme sahip değilse) yasaklamak gerekiyor. Böylece üretilen zehirli atık miktarı azaltılırken, bu aşamaya gelene kadar, ya da her şeye rağmen, üretilen atıkları ise yakmak değil, uygun zararsızlaştırma tekniklerini kullanan işlemlerden geçirdikten sonra (ki dünyada çok sayıda yöntem var) doğaya karışmayacak kadar sızdırmaz biçimde depolamak gerekiyor.
Türkiye kalıcı organik kirleticilerin üretimini yasaklayan Stockholm Konvansiyonu'nu imzaladığı halde Meclis'te kabul ederek onaylamadı ve yürürlüğe sokmadı (tıpkı Kyoto Protokolü gibi ABD ile birlikte). Oysa atık yakma tesisleri, Avrupa'da bu uluslararası sözleşmenin ve çevre hareketlerinin inatçı mücadelesinin etkisiyle kapatılmaya başlanmış durumda. Biz ise ne yazık ki hala kırk katır mı, kırk satır mı teknolojilerinden medet umuyoruz.

Dr. Ümit Şahin: Halk sağlığı uzmanı, Çevre İçin Hekimler Derneği II. Başkanı, Yeşiller üyesi

No comments: