Yıldırım Türker, Radikal online
14/01/2008
Barışacaklarımız listesinde sıra Alevilere geldi. Şimdi Alevilerle barışıyoruz.
Biz kimiz?
Tabii yüzde 99'u Sünni ilan edilmiş halkımızın inanç dünyasının doğal temsilcileri.
AKP milletvekillerinin acıklı 'Muharrem iftarı' ile gündem ayağa kaldırılırken bir yandan da siyasetin sol tarafının seyyal kanadından transfer Kültür Bakanımızın Madımak Oteli'nin geleceği üstüne sıkıştırılmasına tanık oluyoruz.
Hükümetin bu seferki iyi niyet müsameresi olan 'Muharrem iftarı'nın yaratıcılarının başında AKP'nin Alevileri halletmeden sorumlu milletvekili Reha Çamuroğlu geliyor, doğal olarak.
Bu konuda söylenecek her şeyi, resmi yüzdelere gelmeyenlerin milletvekili Ufuk Uras mükemmel özetlemiş:
"'AKP'nin Alevi sorununda duyarlılık göstermek olarak sunulan Muharrem iftarı organizasyonu bir iyi niyet açılımı değildir. Alevi kurumlarını tanımayan, onları muhatap almayan, evrensel laiklik standartlarında bir düzenlemeye gitmeyen, halkın farklı öğelerinin eşit hak ve özgürlüklerle kendini ifade etme haklarını güvenceye almayan bir yaklaşımla daha karşı karşıyayız. Hükümetin kendine güdümlü kurum ve kişiler aracılığıyla gerçekleştirmekte olduğu bu girişim, Türkiye'nin tek tipleştirme ve farklı olanı asimile etme şeklindeki egemen siyaset geleneğinin Sünni İslamcı zihniyetle derinleştirilmesidir." Uras, Muharrem iftarının "Alevi asimilasyon politikasının hayata geçirilmesinin ilk adımını oluşturduğunu" ekliyor ve bunu "Devletten maaş alan ve onun istekleri doğrultusunda Alevi toplumunun kontrolünü sağlamaya çalışacak, Hızır Paşa misyonlu dedeler yaratılmasının izleyeceği"ni kayda geçiriyor.
Aleviler de bu gülünç müsamerede tembih ve terbiye edilmiş azınlık
rolüne hevesli olmadıklarını gösterdiler çok şükür.
Kürt sorununu ordusunun gücü ve İslamın bütünleştiriciliği idealine havale ettiği açık seçik anlaşılan AKP, gerçekten Sünni bir kül olarak tasarımlayabileceğine inanıyor bu milleti.
Hükümetin iyi niyetinin nişanesi olarak Madımak Oteli hakkındaki gelişmelere bakmakta yarar var.
Reha Çamuroğlu, Madımak Oteli'nin müze yapılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Söylediklerinin hafifliği karşısında Alevilikten geçtim, nasıl bir inancın kollarında bu hale geldiğini merak ediyorum doğrusu: "Acılarımızı hatırlamaya niçin bu kadar meraklıyız, anlamıyorum" diyesiymiş Alevi aydın solcu romancı milletvekilimiz.
Geçmiş bitmiş, değil mi? Unut gitsin.
Ertuğrul Günay, otelin altında bir kebapçı dükkânı bulunmasını 'tiksindirici' bulduğunu beyan ettiğinden bu yana, kendisinden bu konuda olumlu bir atılım bekleyeyazdık.
Umut dünyasının naylonuyla peluşuyla bizi ilk utandırışı değildi elbet. Günay, o melun binanın bir müzeye dönüştürülmesinin mümkün görünmediğini belirtti son olarak, boynu bükük bir ifadeyle. Çünkü valiliğin kararına bağlıymış o binanın akıbeti. Kentsel düzenleme meseleleri anlayacağınız. Bina, müze olmasının gerektireceği koşullara sahip değilmiş. Elinden bir şey gelmezmiş.
Bakan'ın da, hükümetin de, koskoca devletin de gücü yetmiyormuş o batasıca Madımak Oteli'ni bir ibret müzesine dönüştürmeye. Üzgünler,
ama böyle. Mevzuat böyle. Yani, teamül. Yani, münferit!
Belki Atatürk Nutuk'ta tembih etti. Belki bir hadisle yasaklandı.
Madımak ile bunak nine
Türkiye, Sivas Katliamı ile inanılmaz büyüklükte bir çatlağın patlamasına tanık olmuş, tarihinin en acılı milatlarından birini yaşamıştır.
Artık hatırlamamıza gerek olmadığı iddia edilen katliam davasının
gidişatına bir daha bakalım.
Olaylarla ilgili olarak 124 sanık hakkında dava açıldı. Sekiz yıl süren hukuk mücadelesinden sonra dava 2001'de sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin onadığı karar uyarınca, 'Cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma' girişiminde bulunan sanıklardan 33'ü TCY'nin 146/1. maddesine göre idam cezası aldı. Bu müebbet ağırlaştırılmış hapse çevrildi, geri kalan sanıklar da değişik cezalara çarptırıldı.
Ancak 13 yılda içeride kalan sanık sayısı beraat ve tahliyelerle 33'e düştü. 8 sanık ise Yargıtay'ın 1997'deki bozma kararından bu yana firarda.
...haklarında tutuklama kararı bulunan sanıklardan, başta Sivas Belediye Meclisi üyesi Cafer Erçakmak olmak üzere sekiz kişinin Almanya ve Suudi Arabistan'a sığındıkları öğrenildi. Davada kilit isim Cafer Erçakmak hiç yakalanamadı. Sivas katliamı sanığı Muhammed Nuh Kılıç'ın yıllardır Almanya'da Mannheim'da eşi adına açtığı dönerci dükkânını işlettiği ortaya çıktı.
Katliamcı vahşilerin cezalandırılmalarının ağrılı bir süreç olduğu,
yargının da bu konuda biraz hevessiz davrandığını düşünmüyor musunuz?
Bir sonraki hükümetin Adalet Bakanı, gelmiş geçmiş en ürkütücü Adalet Bakanlarından Şevket Kazan, sanıkların avukatlığını üstlenmekle kalmamış, bakanlığı sırasında da onları hapishanede ziyaret etmişti. Ama
o kadarla kalsa, Şevket beyin, öncesinde ve sonrasında hiçbir siyaside rastlamadığımız gözükaralığına verir, işin içinden çıkardık. Oysa, o vahşetin hemen ertesinde muktedirlerin ve kanaat liderlerinin hatırı sayılır bir bölümü, açıkça, imayla ya da sadece kaş kaldırarak suçluyu bulmuş işaret ediyordu: Aziz Nesin. Sözgelimi marifetleri yanına kâr kalmış emekli darbeci ressam Kenan Evren, elbette hiç çekinmeden Sivas katliamını ile ilgili fikirlerini dile getiriyordu: Gereksiz bir konuşma sonunda çıkan olay, solcularla dinciler arasındaki çekişmeye dönüşüyor. Bunu önlemek lazım.
İnsan dinsiz olabilir.
Ama bunu ilan etmenin gereği yok."
Ey muktedir Sünniler; halkınıza verdiğiniz sözü tutamadınız. İnsanlığa karşı işlenen suçlara ortak oldunuz. Şemdinli utancı karşısında sus pus olup geri bastığınız için Hrantımız öldürülebildi. Onun asıl katillerine de yanaşamadınız.
Rakibinizmiş gibi gösterdiğinizin Apoletleri ardına saklandığınız için çocuk kanıyla yapılmış portreler karşısında dökülüyor hamasi gözyaşları.
Halkınıza verdiğiniz sözü tutamadığınız için büyük şehirlerde Kürt olmak cehennem azabına dönüştü. Gaz patlasa kapılara pencerelere asılıveriyor Türk bayrakları. Tedirginliğin solgunluğu varoş yüzlerinde. Yakalarına sarı hilalin gölgesi düşmüş bile.
Şemdinli'nin mağdur halkını "Tanıklığı kabul edilmez" ilan
ettiğiniz için Kürt çocukları havaya uçuruluyor, dershane kapılarında.
Sözünüzü tutmadınız. Sivas katliamı avukatlarının koynundan çıkmışlığınızı unutmaya hazırdık. Ama siz, o katliamın konusu edilsin istemiyorsunuz. Herhalde kimilerinin milli hassasiyeti gibi sizin de Sünni hassasiyetinizi incitiyor.
Sivas'ın vahşet görüntülerini silmeye çalışanlar gözü dönmüş bir Sünni politikası yapmıyorsa, şunu iyice bir bellemeli:
Makul görünen soğukkanlı ve son derece üstten bir dille Alevilerin sorunlarına eğildiğinizde, barış için elinizi uzatır gibi yaparken karşılığında ondan gördüğü zulmü sineye çekmesini, unutmasını, hesabını sormamasını, izin sürmemesini, yaşadığı benzersiz ıstıraptan bir ders çıkarılması talebinde bile bulunamamasını istiyorsunuz.
AKP girişimcileri herkesi; Alevileri, Kürtleri, söz geçiremediği küçük misyoner-rahip katilleri ve onların dokunulmaz ağabeyleriyle birlikte bütün inanç dünyasını aynı yelpaze altında toplayıp bütün sorunları çözeceğini zannediyor. ABD'nin BOPstiline uygun olarak.
Madem bu masalın sonuna yaklaştık, kurdun karnındayız, size Bekir Berat Özipek'in 'Anlayış' dergisinde tam da bu derdimizi paylaşmak amacıyla anlattığı bir halk hikâyesini onun tatlı sözleriyle aktararak bitireyim: "Eski zamanlarda sessiz ve sakin insanların yaşadığı bir köy varmış. Ama bir gün birileri, köyün kırmızı ibikli, kırmızı başlı güzel horozunu öldürmüş. Olayı duyanlar, 'Yazık oldu, sevimli bir horozdu' demişler, ama çok da aldırmamışlar. Sadece köyün yaşlı ninesinin tepkisi
çok farklı olmuş. Feryat figan 'Kırmızı başlı horozun katilini bulun' diye herkese seslenmiş. Ama 'Ne çok gürültü yaptı bir horoz için!' demişler.
Kısa bir süre sonra da köydeki kınalı kuzuyu öldürmüşler. Köylü
ona olayı anlatıp ne yapmak gerektiğini sorunca 'Kırmızı başlı horozun katilini bulun' demiş. 'Nine bunadı herhalde' demişler, 'ölen bir kuzu'. Sonra sarı öküz katledilmiş. Köylü yine nineye fikrini sormuş; o yine 'Kırmızı başlı horozun katilin bulun' demiş. Sonra doru tay öldürülmüş, köylüler öfkeyle 'Artık bu kadarı da fazla!' demişler
ve doru tayı öldüreni bulmaya çalışmışlar. Ancak onlar doru taydan bahsederken daha büyük bir felaket yaşanmış ve köyün bir delikanlısı öldürülmüş. Onu da başka cinayetler izlemiş. İnsanlar öldürülürken her seferinde nine, 'Kırmızı başlı horozun katilini bulun' diyormuş."
No comments:
Post a Comment