Friday, February 29, 2008

quOte oF the DAy...


"We die to each other daily. What we know of other people is only our memory of the
moments during which we knew them. And they have changed since then. To pretend that they and we are the same is a useful and convenient social convention which must sometimes be broken. We must also remember that at every meeting we are meeting a stranger."

Wednesday, February 27, 2008

Eğer fikir suçundan beni cezalandıracaklarsa demokrasi adına çok karanlık bir tablo oluşturur.



“Halkı askerlikten soğuttuğu” gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Bülent Ersoy bugün basın toplantısı düzenledi. Konuşmasını videodan gazetecilere cümle cümle izlettikten sonra, “Bukalemun değilim, O gün ne söylemişsem arkasındayım. Ölüm değil çözüm istemek suçsa assınlar beni” dedi.
Kendisini “Sözde değil, özde milliyetçi” olarak tanımlayan, sanatkar ve aydın kesimin halka ışık tutmakla görevli olduğunu vurgulayan Ersoy, “sahnede gerdan kıran, şarkı söyleyen ve oynayan olmanın dışında, gerçek hissiyatını ve doğrularını halka ışık tutmak adına sunduğunu ve sunmaya da devam edeceğini” söyledi.
“Denilmiş ki; ‘Ersoy’un konuşması askerlik yaşına gelmiş çocukları soğutmak amacını taşıyor’. Ben böyle bir şey söylemedim, onu kimler söylüyorsa o sözler kendilerine aittir. O günkü konuşmalarımın arkasındayım, aynı şeyleri söylüyorum. Aradan geçen 2-3 gün zarfında bukalemun gibi kabuk değiştirmiş bir halim olamaz. Bir beyanın, bir yazının giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır. Her zaman olduğu gibi görmek istedikleri gibi konuşmanın bir yerini böyle cımbızla alıyorlar. Ne demiş kadın? Bu kadının feryadı nedir? ‘Ölüm değil, çözüm olsun’ demiş. Şimdi neye istinaden birileri bunu çarpıtıyor? Arkadaşlarım görmek istedikleri gibi, lanse etmek istedikleri gibi bir yerini cımbızla alıyorlar, onun bağlantılı olduğu yerleri ne yazık ki ya ön yargılı olarak ya da algılama güçlerinin zayıf oluşundan ötürü görmezlikten geliyorlar.Program kaydı ile kendimi ispat etme imkanı buldum. Bu ispat olmasaydı, kendimi nasıl aklayabilirdim? Ölüm yerine çözüm, dedim, hata mı ettim? Sessizliğin belki de sesi oldum. Çözüm istemek suç ise beni hemen assınlar, aksi halde taltif ve onore etmesini de bilsinler. Ben ‘Çocuklarınızı aman askere göndermeyin!’ der miyim? Ben haddimi bilirim. Ben ‘ölüm’ yerine ‘çözüm’ diyorum. Çünkü ben o annelerin o feryat seslerini duymak istemiyorum, o tabutları görmek istemiyorum.”

Ersoy, bundan sonra hiçbir şey yapmayıp, bekleyeceğini belirtti ve şöyle devam etti: “Her vatandaş gibi beni de ifadeye çağıracaklardır sayın savcılar. Ben de duygularımı burada nasıl ifade ediyorsam devletin savcılarına da ifade ederim, onlar beni anlayacaklardır. Eğer fikir suçundan beni cezalandıracaklarsa o zaman bilemiyorum, o demokrasi adına çok karanlık bir tablo oluşturur. Şu anda onu düşünmek dahi istemiyorum.”
Kaynak: nethaber.com, ntvmsnbc.com

Tuesday, February 19, 2008

Quote of the day

Today's quote is from Jan Hein Donner, the Dutch chess grandmaster. I came across his name as I was watching the movie version of The Discovery of Heaven,the in/famous Harry Mulisch book which I posted about previously. The character Onno Quist in the novel (and film) is based on Hein Donner.
As usual the book was much much better than the movie, but this time the movie was also reflecting the attempt and failure of the book to be a great work of art... It was good, I mean.
Anyway, here is the quote of today:
"The game of chess has never been held in great esteem by the North Americans. Their culture is steeped in deeply anti-intellectual tendencies. They pride themselves in having created the game of poker. It is their national game, springing from a tradition of westward expansion, of gun-slinging skirt chasers who slept with cows and horses. They distrust chess as a game of Central European immigrants with a homesick longing for clandestine conspiracies in quiet coffee houses. Their deepest conviction is that bluff and escalation will achieve more than scheming and patience (witness their foreign policy)."

Hein Donner

Tuesday, February 12, 2008

İki dinin kıskacında Türkiye

Radikal2 10/02/2008
BASKIN ORAN

Zavallı Türkiye. Başka sıkıntısı yok, saçma sapan ve adı bile uyduruk olan "türban" konusunda iki fundamentalizmin kuyruğunda çarpılıyor. Bunlardan biri köktenmilliyetçilik, diğeri köktencemaatçilik. Biri diyor ki: 'Hiçbir yerde taktırmayız!' Öteki de: 'Her yerde takarız!'.
Oysa bu çarşafa, pardon türbana dolanmanın çözümü basit: Reşit kişiler arasında devlet hizmeti alan takaaar, devlet hizmeti veren takamaaaz! Çünkü hizmet alana taktırmamak insan hakları ihlalidir, hizmet verenin takması ise devletin tüm inançlara eşit mesafede durması kuralının ihlalidir.
Kimse de bunları susturup demiyor ki: 'Din'in ve milliyetçilik'in hakim olduğu yerde insan'ı arama, bulamazsın'. Demiyor ki: 'İnsan hakları, devlet'e ve cemaat'e karşı mücadeleyle inşa edilen sığınaktır'. Demiyor ki: 'Üniversiteli gencin başına ve beline karışılmaz!'. Demiyor ki: 'Batı'da üniversiteli gencin giyeceğine karışmayı düşünürsen müşahede altına alırlar!'.
Demiyor ki insan açısından: Din ile milliyetçilik aynı şeydir. Devlet ile cemaat aynı şeydir. Başa giyilene karışmakla öteki tarafa giyilmeyene karışmak aynı şeydir.

Köktenmilliyetçilerin ezberi
Önce 'kamusal alan!' dediler. Sokak da kamusal alandır; türbanlıları sokağa da mı çıkartmayacaksın, dedik. Bu sefer: 'Devlet daireleri!' dediler. Postane de devlet dairesi; pul almaya giden kadının başına da karışacak mısın, dedik. Tabii, erkeklere karışamadıkları da işin cabası.
Anlamıyorlar. En canım-ciğerimden e-posta alıyorum: 'Ulan! Molla, hacı, hoca ve dindar bir adam olsan eyvallah. Neden, neden, neden?'
Anlamıyorlar ki Mülkiye'deki "Milliyetçilik, küreselleşme, azınlıklar" dersine bu kızların girememesinin anlamı, kendileri gibi türbanlı yavrular doğurmak üzere evde koca beklemeleridir.
Anlayamazlar, çünkü böyle büyütüldük: Bir fikri destekleyeceksen, senin menfaatine uygun olması lazım; birini destekleyeceksen, senin "klan"ından olması lazım.
Ezberini bozmak ve "doğru" olanı desteklemeyi düşünmek meşakkatli iş. Onun için, "Türban çağdışıdır" diyenlerin başta AB olmak üzere hiçbir çağdaş gelişmeyi desteklememesi çok öğretici.
Mihenk taşı oldu. Akdeniz Rektörü 'Kopya çekerler' dedi. Ankara Rektörü (sanki türbanlı kızların memuriyete alınmamaları çok umurundaymış gibi) 'Beni niye böyle okuttunuz, diyecektir' dedi. İstanbul Rektörü 'Belki hiç hakkımız olmadığı halde türbanlı bir öğrenciye Cumhuriyet ilkelerinin kıyafetlerine aykırı diye hak ettiği notu vermeyeceğiz' diyebildi (Sabah, 03.02.08). Yargıtay Başkan Vekili ise açıkça "beyan-ı rey" ederek buna tunç kafiye tutturdu: "Hukuki eylem yaparız" (Radikal, 05.02.08). 301'deki esas sıkıntının yargıdan kaynaklandığını unuttu, ayrıca Yargıtay'ı da Anayasa Mahkemesi yapıverdi.
En sıkıştıklarında, 1 milyar YTL'lik soru: 'Ya, başı açık olanlara baskı yaparlarsa?'. Evet, tüm hükümetlerin gidip de Allahın mezrasında oy için açtığı "üniversite"lerde yapabilirler de. Çünkü, bırakın Fransa'nın bile laikliği koskoca Aydınlanma'ya rağmen tam bir asırda anca öğrendiğini, 85 yıl baskı gören muhtemelen baskı yapacaktır; Allah hiçbir azınlığı çoğunluk yapmasın. Hiç mi duymadınız, pedofillerin (hâşâ huzurdan, sübyancı oluyor) kendi çocukluğunda bunu yaşamış olduklarını?
Ha, o zaman benim gibiler kalkarlar, o baskıyı yapacak köktencemaatçilerin cemaziyelevveline öyle bir okurlar ki, cihan şaşar kalır. Ama bu apayrı bir mücadeledir. Önce zorla açtıranın karşısına dikiliriz, sonra da zorla kapattıracak olanın.
Üstelik, biz demokratlar Nasrettin Hoca fıkrası da değiliz. Testiyi kırabilir diye kimseye peşinen vurmayız.
Bir de, bu köktenmilliyetçilere öğretiriz: Ceza hukukunda Zanardelli Raporu'ndan ve 1890 İtalyan Ceza Kanunu'ndan beri "niyet" cezalandırmak yoktur. Yüz yirmi yıldan bu yana sadece "fiil" cezalandırılıyor efendim...
Son olarak, hazırolda: 'Fiil olduğunda çok geç olacaktır! İran'da komünistler...' ezberini okuyabilirler. Mazurdurlar, çünkü İran'da Şah döneminin tam bir istisna olduğunu, İran altyapısının şeriatı doğal ve kural kıldığını öğrenmemişlerdir.
Zaten, en sinirime dokunan da bu İran örneği. Muhteremler 'Türkiye İran mı olsun?!' demeyi akıllarına getirirler de, Türkiye'nin esas şu anda İran olduğunu akıllarına getirmezler. İran'da başı açık kızı üniversiteye sokmuyorlar, Türkiye'de de başı kapalı kızı. Bundan mükemmel paralelizm mi olur? Özdemir Asaf bunlar için yazmış olmalı: 'Ben sana paralel, sen bana paralel, paralel paralel paralelli, tralel tralel tralelli'.

Köktencemaatçilerin ezberi
"Bunlar artık burjuva" dedik ama, izahlı-içtihatlı söylemek lazımdı: Sınıf atlamak zor iştir; tek kuşakta olmaz. Gülünçlük de edebiyata buradan geçmiştir zaten; Molière taa 1670'te Kibarlık Budalası'nda neyi anlatıyordu ki?
İsteyen gülünç olabilir. Ama zararlı olmaya izin yoktur. Sen bir yandan türbanı serbest bırak ama zorunlu din dersi belasına ilişme. Arkasından, imam-hatip'lerin katsayısını artırmaya soyun. Bir yandan da, lokantaların içki ruhsatlarını iptale devam!
Üstelik, bu keş memlekette sigara yasası bile çıkarmış hükümet olarak iki yıldır 301'e dokunma veya "Türklük" yerine "Türk milleti" koyacağım deyip bizlerle alay et. Devam edeyim mi? Vakıflar Yasası'nın zaten hazin olan hükümlerini daha da sünnet et.
Ey muhteremler, din birleştirmek içindir, bölmek için değil. Bırakın ateistleri, en azından 12 milyon Alevi'yi yabancılaştırarak memleketi bölüyorsunuz. Üstelik, iftar miftar diye adamlarla alay ediyorsunuz. (Eyvah, "adam" dedim! Yargımız kanun çıkartarak bunu yasakladı. Prof. Atilla Yayla daha yeni 15 ay yedi! Bir de düz memur tarafından "kontrol" edilecek!)
Ama, haklısınız. Çocuk gördüğünü yapar. Köktenmilliyetçilerden siz 85 yıldır böyle gördünüz: Milliyetçilik de birleştirmek içindir ama, gayrimüslimleri ve 15 milyon Kürt'ü yabancılaştırarak memleketi bölmüştür...
Kırk satırla, kırk katır. Türkiye size mahkum mu be kardeşim?

Friday, February 08, 2008

The Golden Bent



It has been a while since I posted about Amsterdam. Not because I am enjoying the city less, but because its beauty is settling in my imaginary...

Our little tour of the Gouden Bocht(the Golden Bend, the most prestigious part of Herengracht and possibly Amsterdam) due to the uitje (institutionally enforced socialisation among colleagues) this week, was just what I like, and needed. The canal houses of the Golden Bent, like many beautiful details of Amsterdam, is hidden from the eyes, although by no means subtle.


Wiki says:
"The buyers on Herengracht were encouraged to buy two lots and built double-wide mansions, and because the three canals here were laid out a little further from each other, and the lots were also deeper. On these large lots, the well-to-do placed their city-palaces with classicist facades, stuccoed ceilings, and fine gardens, once a year open to the public. In the curve, by the Nieuwe Spiegelstraat, lived Amsterdam's richest citizens."
Indeed, the houses were deep, big, stretching from Herengract, with the gentlemen's room overlooking the business street, to Keisersgract, where the coach house was built. in between, hidden from the eyes of the carriage would be a garden and the ladies' tearoom overlooking it. This unique depth required a lot of light-games, but also indicates little details about the life in those days(e.g. the Keisersgracht side of the coach houses being very modest, but from the back being ornamented in one of the styles named after the French king of the time, so that it would look pretty from inside, not outside. or that the same facade having no windows for privacy reasons...) Of course, there are no longer horses and carriages, but only Russian banks, private firms etc. Luckily we were able to visit some of these "monuments". (more info on these monuments, and architectural style)


This is the oldest photo I can find of the Herengracht. But the trees do not allow the houses to shine through... So, the newly-rich traders living in these buildings would ask the artists that they would commission to paint their street to skip the trees...

Wiki continues:
The House of the family De Neufville (1731), Herengracht 475 (the facade above), and Herengracht 476 are known as having the prettiest facades. Herengracht 466, on the corner of the Nieuwe Spiegelstraat was designed by Philip Vingboons and from 1858 until 1926 the office of the Dutch Trade-Society.

You can have 360 degree tours on the website of the organisation to protect these buildings.


The first owner of Herengracht 475 (this painting is now in Rijks Museum)

Wednesday, February 06, 2008

song of the mood I am in (or rather the lyrics...)

Humbled In Love
Leonard Cohen

Do you remember all of those pledges
That we pledged in the passionate night
Ah they're soiled now, they're torn at the edges
Like moths on a still yellow light
No penance serves to renew them
No massive transfusions of trust
Why not even revenge can undo them
So twisted these vows and so crushed

And you say you've been humbled in love
Cut down in your love
Forced to kneel in the mud next to me
Ah but why so bitterly turn from the one
Who kneels there as deeply as thee

Children have taken these pledges
They have ferried them out of the past
Oh beyond all the graves and the hedges
Where love must go hiding at last
And here where there is no description
Oh here in the moment at hand
No sinner need rise up forgiven
No victim need limp to the stand

And you say you've been humbled in love
Cut down in your love
Forced to kneel in the mud next to me
Ah but why so bitterly turn from the one
Who kneels there as deeply as thee

And look dear heart, look at the virgin how she welcomes him into her gown
Yes, and mark how the stranger's cold armour
Dissolves like a star falling down
Why trade this vision for desire
When you may have them both
You will never see a man this naked
I will never hold a woman this close

And you say you've been humbled in love
Cut down in your love
Forced to kneel in the mud next to me
Ah but why so bitterly turn from the one
Who kneels there as deeply as thee...

Monday, February 04, 2008

song of the mood I am in (or rather the lyrics...)

The Scientist
Coldplay

Come up to meet you, tell you Im sorry
You dont know how lovely you are
I had to find you, tell you I need you
Tell you I set you apart
Tell me your secrets, and ask me your questions
Oh lets go back to the start
Running in circles, coming up tails
Heads on a silence apart

Nobody said it was easy
Oh its such a shame for us to part
Nobody said it was easy
No one ever said that it would be this hard
Oh take me back to the start
I was just guessing at numbers and figures
Pulling your puzzles apart
Questions of science, science and progress
Do not speak as loud as my heart
Tell me you love me, come back and haunt me
Oh and I rush to the start
Running in circles, chasing our tails
Coming back as we are

Nobody said it was easy
Oh its such a shame for us to part
Nobody said it was easy
No one ever said it would be so hard
Im going back to the start

Sunday, February 03, 2008

‘The skeptical environmentalist’ strikes back


Tolga Temuge
Malta Independent Online

February 03, 2008

Bjorn Lomborg, a Danish statistician and author of the controversial book The Skeptical Environmentalist (2001) which enraged the scientific community due to its claim that “the dangers of global warming had been exaggerated and that trying to slow it was a waste of money”, is back with a new book.

Cool it: The Skeptical Environmentalists Guide To Global Warming (2007), is, according to his website, “A groundbreaking book that transforms the debate about global warming by offering a fresh perspective based on human needs as well as environmental concerns.”

Lomborg even managed to find his way into the Maltese newspapers with one of his recent articles published on the Project Syndicate ticket. This comes as no surprise to anyone who knows anything about Lomborg as he has been a “celebrity” for some time. Following the publication of his controversial book The Skeptical Environmentalist in 2001, Lomborg was joyfully embraced by the World Economic Forum and selected by them as “Global Leader for Tomorrow”.

It did not take too long for the corporate media in the US to give more prominence to this self-proclaimed “environmentalist” and help him with his book sales. In June 2002, Business Week named Lomborg one of the “50 Stars of Europe”, in the category of Agenda Setters. His greatest accolade to date was given by the influential US magazine, TIME, when he was selected as one of TIME magazine’s 100 most influential people of 2004.

But on the path to becoming “One of the most influential people in the world”, the Danish statistician has attracted some criticism – at Borders Bookshop in Oxford he was hit in the face by a pie while he was promoting his controversial book in 2001. “Pie-man” Mark Lynas said he was unable to ignore Lomborg’s comments on climate change.

“I wanted to put a baked Alaska in his smug face, in solidarity with the native Indian and Eskimo people in Alaska who are reporting rising temperatures, shrinking sea ice and worsening effects on animal and bird life.”

One of Lomborg’s key arguments was that continuing to burn fossil fuels was cheaper than switching to clean energy to prevent runaway global warming. His critics felt that Lomborg’s book thus served the agenda of profiteering multinational oil giants like Exxon Mobil.

While other opponents chose not to “put a baked Alaska” in Lomborg’s face, they had some strong and valid arguments about his claims about climate change and environmental issues. In 2003, a prestigious Danish scientific committee accused the environmental maverick of scientific dishonesty which led the Danish government to request a panel of five academics to evaluate reports from the environmental institute headed by Bjorn Lomborg.

This dishonesty seems manifest throughout The Skeptical Environmentalist with its claims that the world’s forests are barely declining, few animals have become extinct lately and rivers and oceans are becoming cleaner.

Lomborg also criticised the vast sums being spent on tackling pollution, arguing that the amount spent on reducing greenhouse gas emissions would be enough to provide every person in the world with access to clean water and sewerage. Why he chose to target the money spent on reducing greenhouse gases over the spending on military expenditure is “unclear” but Lomborg was surely becoming more and more popular in certain circles – particularly the ones that crowned him with titles like “Global Leader of Tomorrow”.

Lomborg, even went on to claim that “It is also expected that the oil price will once again decline from $27 to the low $20s until 2020.” Now, anyone who drives a car has every right to ask this “Global leader of Tomorrow” if he still thinks that the oil price will decline to $20 from the almost $100 it has reached now.

The environmental organisation Friends of the Earth was also disturbed by Lomborg’s book. The group had said: “There is a place for serious intellectual analysis of environmentalist arguments. But Lomborg’s work is not serious enough. He has turned a proper scepticism about green claims into a slapdash attempt to dismiss all environmental arguments. This may help him sell books and secure column inches. But it fatally undermines his claim to be taken seriously.”

Now Lomborg is back with his new book Cool it in which he appears finally to acknowledge climate change as a serious concern. However, rather than addressing the source of the problem, he chooses to focus on “end solutions”.

In the age of spin, we are likely to see more of these kinds of self-proclaimed environmentalists who will go on to claim that they know better about the conservation of our common natural heritage than the “bewildered herd” or even the scientific community. It is up to each individual to decide whether these claims are based on short-sighted self interest of “environmentalists” like Lomborg or the common good of all the living beings that share this planet with us.

Tolga Temuge is the Executive Director of BirdLife Malta